Kaç damla gözyaşı ederim ki ben
kaç uykusuz gece
Yastığa koyduğunda başını
uzun uzun tavanı seyrettiren
kaç huzursuz saat ederim
Hatırlamaya değecek
hatırlandığında gülümsetecek
Di'li geçmiş zamanda
kaç anı ederim ki ben
Akıldan geçen bir serzenişte
Agızdan çıkamayan sözlerde
kaç sitem ederim ki ben
kaç kelime ederim
Yazılmamış bir şiirde
kaç mısra
Sevememiş bir kalpte
Kaç özlem ederim ki ben
içimde bir gökyüzü yaratıp
uçtum sana doğru
Yağmur vardı Bulut yoktu
Sonbahardı
Yüzüm islaktı
İçimde bir deniz yaratıp;
Yüzdüm sana doğru
Tek görebildiğim şey suydu;
Geç anladım göz pınarlarımın;
suyla dolu olduğunu
İçimde bir yol yaratip
Yürüdüm sana dogru
Çıkmaz bir sokak gibiydi
Dönmüyordu
Bitmiyordu
Sana ulaşmıyordu
İçimde bir mabet yaratıp
sustum sana doğru
Artık
içimde gökyüzü yaratan sesin
kelimelere dönüştüğünde
sana çıkan yollarıma uçurumlar oluşturuyor
Uçmaktan korktuğum gökyüzü
Düşmekten korkmadığım ucurumlara dönüşüyor
Bakamadığım gözbebeklerin
Tutmadığın ellerim
Sarılamadığım bedenin
içime çekemediğim kokun
Düşerken çarptığım keskin kayalar
Senin kadar canımı acıtmıyor
Ben en çok senin yanındayken çocuklaşırım çocuk
Sen gelince her sabah
Kara kış sonrası ilkbahar gibi
çiçek çiçek çocuk sevinci dolar ruhuma
Sesin sardığın da beni sımsıcak
çocuk gülüşü yayılır yüzüme gülümserim uzun uzun
Anlam veremez insanlar
Anlamaları da gerekmez aslında
Ben en çok senin yanındayken çocuklaşırım çocuk
Basit şeyleri heyecanla anlatırken çocukça
çocuk kahkahaları dolar içime
Öfkeden kinden eser kalmaz ruhumda
Ben en çok senin yanındayken çocuklaşırım çocuk
Bir çocuk gibi şımarık;
bir çocuk gibi düşüncesiz
boyumdan büyük hatalar yaparım
Küçümseyen kelimelerinde alaycı bakışlarında hissetmiştim
Nafile bir çabayla karşı saldırıya geçmeyecek kadar iyi insanlar seçiyordu
içindeki bu öfke yangınını söndürmeye ...
Geçmişte yüzleşmek zorunda kaldığı tüm kötülüklerin acısını çıkarırcasına vurdu bana ..
Kelimeleriyle.
Soğuk donuk bir o kadarda tutkulu Ama her zerresine kadar intikam hırsıyla dolu baktı gözlerime
Yazdan kalma bir güneşle
ışıl ışıl parlayan denizi yüksekten seyrederken
seni geçiriyorum içimden
bir Aralık sabahında
Dışarıda olması gereken o keskin ayaz ruhumda.
Aynı Aralık sabahında
senin oralarda bir yerde
ayaz vuran göğsünü
kendine sarılarak kapatıp
ısıtamadığın ellerinin
çok üşüdüğünü sezinleyerek panikliyorum
Mucize gülüşüne
Büyülü bakışına
İmkansız düşler büyüttüm yüreğimde
Senden habersiz ama seninle
Güneş doğmadan
Uykuya dalmadan
Sen uyanmadan hemen önce
Farklı şehirlerde ama seninle
Öpüşünle uyanmışım
Sana sımsıkı sarılmışım
Harika bir güne
Seninle sevişerek başlamışım gibi
Başka bir gerçeklikte ama seninle
Sakın uykundan vazgeçipte
Sabahlara kadar gökyüzüne bakma
Heybetli dolunay ışığında bile beni göremezsin
Ben senin görmekten vazgeçtiklerindenim
İncinmişsen sahile inmişsen
Ayaklarının altında ezilen kumlar sana beni hatırlattığında
Dalga seslerinde benim fısıltılarımı arama beni duyamazsın
Ben senin duymaktan vazgeçtiklerindenim
Eşsiz ve kimsesiz kalbinde
Sınırsız Sevgi tohumları eksen de yaratılan her canlıya
Yeşeren filizlerde gözlerimin rengini arama
Ben senin sevmekten vazgeçtiklerindenim
beni biraz anlasan
zihnimdeki kocaman zindanın
küçücük penceresinden gördüğüm
gökyüzümsün Sen benim
en büyük buluta binip
fersah fersah gezdiğim
beni biraz anlasan
kalbimdeki kurumuş tohumlara
Can suyu veren
yağmurumsun Sen benim
içimde Damla Damla birikti sevgin
beni biraz anlasan
sele dönüşen gözlerimdeki damlaların
intihar ettiği denizimsin Sen benim
düşüncelerime her sarıldığında gülümsediğim
ellerin yine geçit vermiyor bu gece bana
dolanamıyor parmaklarım saçlarına/p>
ıslatamıyorum dudaklarımı dudaklarında
ben senin şehrinde rüyalarını ararken
Sen bilmediğim bir yerde
başka bir şehrin ışıkları arasında
ellerin yine geçit vermiyor bu gece bana
gökyüzünden öpemiyorum seni
yildizlarina dokunamiyorum usulca
ve sen
düşlerimi yağmalayan yağmurların
her damlasinda/p>
nefretle bakıyorsun bana
duruyorum
gecenin sessizliğinde
kayan yıldızların sesini duyuyorum
dinliyorum
varlığının sessizliğini
yokluğunun gürültüsünü
aynı anda görüyorum
bakıyorum
olmadığın şehirlerde
yürümediğin caddelerde
seni görüyorum
bekliyorum
yeterince uzaklaşmanı
kalbindeki aşkı kurutmanı
beni her nefeste yeniden unutmanı
diliyorum
gözlerimi kapattığımda gördüğüm simsiyah dünyayı aslında ben yarattım.
yıldızları görmek için karanlığa ihtiyacım vardı
sonra sen gelip milyonlarca ışıltıyla gökyüzüme doldun
gözlerimi kapattığımda gördüğüm o suskun dünyayı aslında ben yarattım
huzuru hissetmek için sessizliğe ihtiyacım vardi
sonra sen gelip eşsiz bir melodiye adımı seslenince huzula doldum
bana sorma sakın aşk nerede diye
İnip baksana aklından kalbine
Çiçekler açmış mı içindeki kurak çöllerde
Gemilerin limanına yanaşmış mı fırtınalı denizlerinde
Ellerini koyacak yer bulamıyor musun özlediğini hissettiginde
sorma bana sakın aşk nerede diye
Nedensiz gülümsüyor musun o her aklina geldiginde
Toprak
hep kendinden bir şeyler arıyor ben de
ama yok
organik değil kalbim
hava
Rüzgar olup fırtına olup
estiğini sanıyor içimde
ama yok
sonsuz bir boşluk içim
Ateş
yakıp kavurduğunu düşünüyor arzularımı
ama yok
yıllar önce küle dönmüş düşlerim
su
arındırdığını temizlediğini
sanıyor ruhumu
ama yok
katran karası bedenim
Hayatın anlamsız akışı seni sevmediğin yerlere götürdüğünde ve hissettiğin duygular seni korkmuş ve yalnız bıraktığında sadece sevgiye geri dön
Aynadaki üzgün bakışlar kalbinde korku ve acı biriktirdiğinde yada bilmediğin labirentte net bir yön olmadığını anladığında sadece sevgiye geri dön.
Bunu kendime söylediğim gibi söylüyorum sana.
Beni anla.
Parlak kırmızı dudaklarından arasından bir kaç kelime çıkıyor
ve kafamın içinde harika bir melodi çalıyor
ve sözcükleri kısık sesle olsa da ruhumda çiçekler açtırıyor
bir damga gibi ruhumda
belki de onu çiçeklere ve gök kuşaklarına boyuyor,
çepeçevre sarsa da dünyanızı görünmez o .
Sizi sadece rüyalarınızda öpüyor,
defalarca anlattığı ama asla anlayamayacağınız bir saflıkla seviyor.
Yıldızların altında sahilde sırt üstü yatarken
gecenin soğuk sessizliğini bozmak için
içinizden onun sesiyle şarkılar söyleyeceğinizi de biliyor .
gecenin karanlığı kaybolmadan önce gördüğünüz son rüya o..
O hatırlayabildiğim kadarıyla ölmeden önce bulmak istediğim bir şeydi,
bir insan zihninin korkunç bir yıkımından önce.
berbat bir gerçek olsa da ölü ruhlar asla sevmeyi öğrenemezdi.
büyülü peri kızı beni yalancı çıkarandı,
ama sadece gözleri kapalıyken görebildiğiniz rüya gibiydi,
sonsuzlukta boşlukta oluşan kara bulutundan
iyileştirmek için var olduğuna dair bir masal anlatılıyordu geçmişten gelen
ve nesiller boyunca dilden dile aktarılan ...
eğer gerçek olmaya cesaret ederse kanatlarını kaybedeceğini düşünüyordu belki de
anlamadığım için anlatamam.
Ben gerçek oluncaya kadar
gerçekleri kavrayıncaya kadar
gerçeküstü bir rüya olmaya devam edecek gibi.
anlaşılmaz o..
bütün gün
gökyüzünde süzülen güneş gibi
süzülüyorsun aklımda.
akşam olduğunda denize batar gibi gömülüyorsun kalbime.
mavinin turuncunun beyazın tonlarına boyuyorsun dünyamı.
bir gökkuşağı gibi gökyüzüm
ama bin bir renkte.
bir buluta binip geçerken gökyüzümden yağmurla yağıyorsun dünyama
Ayaz geçen sert bir kışın ardından gelincik çiçekleri açtırıyorsun donmuş ruhuma
Nisanda.
Kendini kendine kapatıp etrafına ışık sızdırmayan duvarlar ördüysen korkma o karanlıktan
Zifiri karanlıkta boğulmak güzeldir her anın tadını çıkar.
Işığı yeniden gördüğünde aslında ışıldayanın sen olduğunu ışığın senin bir yansıman olduğunu fark edeceksin.
Bu sürecin sonunda hislerinle değil aklınla hareket etmek gerektiğini öğrenip daha güçlü olacaksın.
Zaman göreceli bir kavram. Geçen zamana aldırma. Kendini hazır hissettiğinde kozadan çıkan bir kelebek gibi duvarlarını yıkıp. Seni korkutan üzen Kıran içimdeki yaşama sevincini alan ne varsa hepsinin üstünden özgürce uçacaksın.
Sen bir uçurum göremiyorsun ama o orada
Dalgaların sesini duyamıyorsun ama
Onlar uçurumun hemen ardında.
Üstelik hiçbirini görmesen bile
Binlerce yıldız ışıl ışıl var yukarıda
Sen beni hiçbir zaman görmüyorsun ama
Ben buradayım tam karşında
Üstelik
En küçük fısıltını duyabilecek kadar
Elini uzatsan
Kalbime dokunabilecek kadar yakında
Tüm kusurları saklanmış bir fotoğraf karesine bakıp
kalp atışlarını duydum
Islak saçlarını bir kırbaç gibi gözlerime vurduğunda
O donuk bakışlarında utangaçlığını okudum
Oysa o an
Arzu dolu bir rüyanın içinde çıplak tenini dudaklarımla okşuyordum.
Zamanı durdurdum
Mesafeleri yuttum
Arzumu serip üzerine
Sana dokundum.
Haberin olsun
Sana yazamadığım her cümleyi
her kelimeyi
biriktiriyorum içimde bir yerlerde
hediye edemediğim şarkıları
gördüğüm güzel manzaraları
mesela uzak bir tepenin zirvesinde ki karı
küçük bir kedi yavrusuna benzeyen bulutları
güneşin batışında ki kızıllığı
bu hiç sevmediğim sapsarı bozkırları biriktiriyorum.
Haberin olsun
yüküm ağırlaştı çetelen kalabalıklaştı.
İçinden geçtiğim her şehir
mola verdiğim her nokta
gecenin gözüme yansıttığı her ışık
önümden yanımdan geçen
her insan her hayvan sıradanlaştı
Haberin olsun
Seninle geçiremediğim zamanı
paylaşamadığımız her anı
gömüyorum geçmişte bir yerlere.
İçimdeki zaman mezarlığın çok kalabalıklaştı
Gözlerinde
Gece gökyüzünde saatlerce izlediğim
Yıldızların ışıltısı var.
Ellerin var mesela
Dokundukça harflere parmakların ..
Kalbimi zihnimi ruhumu işgal eden bir huzur var
Lambalar yanmaya başladığında şehrin sokaklarında
Güneş terk ettiğinde gökyüzümü
Geceme doğan gözlerin var
İnsanlar evlerine çekildiğinde
Issızlığına ulaştığında sokaklar.
Duyulan gece bekçisi düdüğünün güveni var .
Nasıl anlatsam sana
İçimde adına yankılanan
Yeni doğan bir bebeğin ilk nefesinin çığlığı var..
Hissettiğim duyguları
tamamen buraya aktarabilmek isterdim oysa
Ama bunun için
Henüz keşfedilmemiş kelimelere
ya da
henüz kelimelere yüklenmemiş anlamlara ihtiyacım var.
Nasıl ifade etsem
bir karıncanın aya ulaşmak için
Yüce Bir Dağın üzerine attığı ilk adımın umudu var yüreğimde aska dair.
bir mürekkep damlasının Okyanusu kendi rengine boyaya bilme arzusu var.
sildim gözlerinden damlayan hüznü
Damla Damla öptüm
ben onu kalbime
gözyaşından düşürdüm
sardım dudaklarından akan arzuyu
baştan aşağı kızıla büründüm
ben onu kalbime
dudak izinden düşürdüm
gördüm kelimelerinden çağlayan huzuru
harf harf hece hece okudum
ben onu kalbime
ellerinden tutarak düşürdüm
Oysa
birazcık u mudum
kocaman kocaman hayallerim
kendimden bile sakladığım arzularım vardı
Sen neden öldürdün ki şimdi beni ?
Eğer bir seçenek bıraksaydın bana
yağmur ormanlarında nefes almayı
yüksek rakımlı dağlarda göl suyu içmeyi
ömrümü baştan sona seninle geçirmeyi seçerdim
Sen neden öldürdün ki şimdi beni ?
Oysa
Küçücük kalbim de kocaman sevgim
birkaç damla gözyaşım
kulağına fısıldamak istediğim iki kelimem vardı
kırmızı bir halı serdiğini söyleseydin yoluma
daha önce gelirdim sana
Mesela bin saat önce
Gözlerinin ışığını ilk gördüğümde
kanından süzülen Gözyaşını
yanaklarından ilk öptüğümde
Oturacak bir yer ayırdığını bilseydim yanı başında
daha önce gelirdim sana
Mesela Ellerin beni yazarken kan kırmızısı
ya da buğulu sesinle adımı seslendiğinde
Sarılacağını bilseydim ruhuma
daha önce gelirdin sana
mesela ilk öldüğümde
kalbim henüz çürümemişken
Gözlerimdeki Işık ilk söndüğünde
Adına içimde yarattığım garip bir dünya
Pek sen neden sahip çıkmıyorsun
Yemyeşil vadilerine
Neden bir damla yağmur olmuyorsun
Uçsuz bucaksız ormanlarına
Yada
ırmaklarına su denizlerine dalga
Günebakan çiçeklerine Işık
Rüzgar güllerine rüzgar olmuyorsun
Sen neden dünyanı kurutuyor
Kendini öldürüyorsun benim içimde.
Yaralıydım kanamıştım
Avaz Avaz etrafı zehirliyordu yaralarım
Tüm yaralarımı dağlayıp
İçime kapandım
Sustum sonra
Sana baktım
İçimdeki fırtınayı görmezden gelip
Gözlerimde ilk baharlar yarattım sana
İmkansız bir düştün yolsuz bir yokuştun
Yorgun ve soluksuzdum
Yine de son bir nefes çiçekler getirdim sana
Nereye konacağını bilmeyen bir kelebek kadar kararsızım
Ateş misin damarlarımda dolanıp kalbimi yakan
Göz pınarlarımda bir damla su mu
Yağmur musun kurak topraklarıma can veren
Yıkıp talan neden dolumu
Yeni dünyalar keşfetmek için yelken mi açmalıyım rüzgarına
Yada kaçıp senden
Demir mi atmalıyım en güvenli limanlara
Çoktan silinmesi gereken anılarımdan olmalıydı.
Yıllar önceydi
Can çekiştiğin bir andı
Seni kurtarabilmek için
Canımdan lime lime can söküp
ilmek ilmek işlemiştim canına
yine de ölmüştün
içimde nerede olduğunu bilmediğim bir yere gömülmüştün sen...
Aşkına değil yasına yazıyor yıllardır kalemim..
evet ormanların vardı senin
ama kızıl kahverengi
ben hiç yeşil görmedim sende
hiç bir yaprak kımıldamıyordu rüzgarında
buz vadisiydi sanki gözlerin
evet denizlerin vardı senin
ama koyu gri soluk siyah
ben hiç mavi görmedim sende
canlı barındıramıyordun derinlerinde
ölmüş bir gezegendi sanki kalbin
evet şehirlerin vardı senin
ama beton asfalt
ben hiç çocuk parkı görmedim sende
çocuk kahkahaları yoktu içinde
çıkmaz sokaklarla doluydu ruhun
Artık içimde kendimden bir şey bulamıyorum
yitirmişim benden kalan son kırıntılarımı da
eski çıkmaz sokaklarımı
gözyaşlarımı
anlamlarımı
ne olduğunu bilmediğim umutlarımı
her şeyimi vermişim
çok onurlu bir hareketmiş gibi
hiçbir bedel istememişim
onursuz gurursuz kaldığımı fark etmemişim
kendimde açtığım hiç geçmeyecek yaralarım sızısı dolanıyor içimde
asla unutamayacağım
bir neyse ye hapsolup hiç kimsesiz kaldım
Söylüyorum sana
yetim iklimler doğar benim yüreğimde
her zaman hazana benzer yazlarım
yapraklarım hep dökük kolum kanadım kırık
Söylüyorum sana
yağmur yüklü koyu gri bulutlar bile
aydınlık kalır gökyüzümde
kar taneleri buhar olur topraklarıma düşmeden önce
Söylüyorum sana
bataklığa benzer kahverengi gözlerim
kirpiklerim hiç kurumaz
yanaklarımda bin bir renkte çiçekler acar sanma
onlar hiç ıslanmaz
Gel içimin ürkek yalnızlığı
yorgunum her gece kulaklarımda çınlayan bu anlamsız uğultudan
Sanki Yar
kalem susar
kesilir kanatları umudunun
yürek kanar
tüm dostlarını kan tutar
ıslak gözlerime anlamsız bir nefretle bakarlar
yollar hep senden uzağa çıkar
uzandığın her arkadaşın kapısını yüzüne kapar .
yalnızlık kuyu gri sis olur
dünyanı sarmalar
sanki yar
uyumadım evet.
beynimde ölüp giden milyonlarca hücreye rağmen
(birkaç yüzün gibi) bir kaç yüz tanesi sen
uyumadım evet.
her dakika yitip giden bilincime inat
(zaten konu sen isen) mantıklı düşünemem ki ben
uyumadım evet.
kulaklarımda radyodan gelen boğuk bir şarki
(dönerim deme bilirim giden geriye dönmez)
zaten dönmeni de istemem
uyumadım evet
kan kırmızı gözakıma bakmayı sevdiğimden
Arzulara gebe duygularla
Günah suretinde çıkar içimdeki cenin
İstiyorsan
Çok uzaklardan bile sarılabilirsin ruhuma
Bırak arınsın tüm giysilerinden tenin
Üfleyip ılık nefesini ateşle ruhumu
Titresin her hücrem
Değişsin dünyam
İntihara gebe duygularla
Ölüm suretinde çıkar içimdeki cenin
Gidiyorsan
Binlerce kilometre uzağa git
sonra dön bana
yabancı bir kentin kurak topraklarından
Elveda de kesilsin bileklerim
Ardından aksın kanım kızıl kahverengi
Sevdin ha
Sevdim
Ama sizin gibi değil
İçimi kor alev yakarcasına
Sağanak yağmurdan bir kibrit alevini korurcasına
Yar yolunda serili cam parçalarında sürünürcesine
Her gidişinde kal ağlayan gözlerimle dilenircesine sevdim
Sevdim
Ama sizin gibi değil
Odamın duvarlarına adını verdim
Adımdan tiksinmesini sevdim
yıldız dolu gökyüzü
ve ay hilal
ay'la aramda
yarı saydam bir bulut
gereksiz
soluk renkli
küçücük
ama ay hilal
ve dünya karanlık
ve ateş soğuk
ve toprak bana aç
yine de ay hilal
ve umutlar bulut rengi
kör gri
garip bir uğultu kulaklarımda
içime çektiğim nefesse
zehirli
sigara dumanı kokusu
ama ay hilal
yüzüm ıslak
gereksiz
seslendiğinde seni duyamazsam eğer
kendimi bir mezara gömmüş olabilirim
sen cennetimi söküp benden aldıktan sonra
cehennemi kendime vatan saymış olabilirim
çağırdığın zaman gelemezsem eğer
toprak altında çürümüş olabilirim
duaların sana iade edilirse şaşırma
aklımı yitirmiş olabilirim
beni aradığında bulamazsan eğer
endişe etme sakın ölmüş olabilirim
dünya zaten katlanılmaz bir yer
defolup gitmiş olabilirim
mutluysan aldırma bana
olmayan bir gezegende
yaşam aramak adına
dönüşsüz bir yola çıkmışım
hatalı katlanmış bir paraşütle
çok yükseklerden atlamışım aşka
giymemişim zırhımı
bu saçma sevda düellosunda
onlarca kez delmişse göğsümü ihanetin paslı mızrağı
gözyaşıma bakma
yaralarımdan varlığım akıyorsa
aldırma bana
kelimelerimi koklama
mutluysan asla bakma arkana
gelişine yüreğimi serdiğim yollardan dön geri
her adımında kanasam da
bilmezden gel
mutlu olacaksan aldırma bana
Paramparça duygularımla yerleşiyorum gölgene
hadi sar beni yar
sar cesaretin varsa
sıcak iklimlerde ılık rüzgarlar eser belki
ayaz kesmiş ruhum ısınır belki
sarıl bana
hiç cesaretin yok mu yüzleşmeye
korkma karanlıklardan
bir baksan alışacak gözlerin karanlıklarıma
o an yemyeşil ormanlar coşkun çağlayanlar değecek gözlerine
cennet utancından ezilecek ayaklarının altında ,
kaybolacak gözlerinde
sarıl bana
Geceydi
Sıradan bir taşın üzerinde
oturuyordum sıradan yılgınlığımla
geceyi ve karanlığımı izliyordum bilinçten uzaklarda
ay hilaldi ve zor seçiliyordu bulutların ardında
sel olmuş sıcak bir rüzgar üzerime akıyor
Boğuyordu beni
o nu gördüm bir an
taşıyamayacağı bir yükü almış üzerine bana yaklaşıyordu
düşe-kalka, bata-çıka
oysa uyuması gereken bir saatti gecenin üçü
ve benim gibi yapayalnız yaşıyordu geceyi
ve yine benim gibi taşıyamayacağı yükler vardı yüreğinde
boğuluyor olmalıydı
benimki mantıksızlıktandı onunki aç gözlülükten
bir an bile düşünmedim
Kurtardım onu tüm yüklerinden
çektim aldım tüm dertlerinden
bir daha açgözlülük yapmasın diye ezdim
ardından keşke dedim keşke bende bir karınca olsam
ezse biri beni de
kurtarsa hiçliğimden
Kördün bana
Sağırdın hatta
bu yüzden kördüğümdü bu sevda
Ne sen cayacaktın olmayandan
Ne de ben senden
Var olandan
Acılarımız çağlamasın diye yüreğimizde
Hiç konuşmayacaktık
yine de acılar içinde
ayrı dünyaların farklı çıkmaz sokaklarında yaşayacaktık
biz hiç fark etmeden
yavaş yavaş öldürecekti bizi
içimizdeki garip kimsesizlik
o seni sen beni
sen hep
terkedilmiş bir şehrin
ıssız sokaklarında aradın mutluluğu
içimdeki sana yeşeren ormanları
yüreğimde
bin bir renkle sana açan çiçekleri görmezden geldin
bu yüzden anlamsızdı bana gelmeden gidişin
ve bu yüzden
hiç acıtmadı kelimelerin
acımadım kanadım
yıllar önce ölmüş bir ruhtum
kızıl kanlarımı gördüğümde bu yüzden çok şaşırdım
Zamanı izliyorum Düşsel bir şölen tadında
Günleri saatleri kastetmedim aslında .....
daha çok anları saniyeleri
hani şu her biri bir yıl uzunluğunda olanlardan....
Nöbette gölgem ......
Dakikaları saatlerin hışmından koruyor çaresizce kendi varlığını bile korumayı beceremezken
Sıradanlığım
başka hiç kimsenin duyamadığı bir müziğe sessiz mırıltılarla eşlik etmekte
Gün geçmez yüreğimdeki acı amansız
Ben
Etrafımı kolaçan ede ede voltalar atmaktayım dünya denen küçücük bir hücrede
duymaktan hoşlanmadıklarımı duymazdan gelerek
görmekten nefret ettiklerimden başımı çevirerek
umursamazmış gibi davranarak
karanlığımın beni eritmesine izin vermekteyim ....
Kumlara karışıp
Dalgalarla birlikte akabilir misin okyanuslarıma
Yüreğimin derinliklerinde kaybedebilirmisin kendini
En sert kayalara hükmeden dalgalarım
Yumuşatabilir mi yüregini ? yosunlarim sarabilirmi nefessiz kalbini
aşka kapalı eşsiz dünyan kabul edermi beni
ellerin dokunurmu ruhuma biran korkmadan
yalnızlığın benimsermi beni
gerçekten
Sevebilir misin bir gün beni ?
herhangi birinden
hiç kimseden
ve herkesten
kim ne verdiyse aldın
öfkelerini doldurdular ruhuna
zehirlerini akıttılar
kötülüğü aşıladılar sana
bense
son hüznümü
son sevgimi
son ışığımı
verdim sana
bu yüzdendi sana yar diye seslenişim
karaya buladın sesimi
nefesimi gömdün sahte gülümseyişlere
duymadın beni
görmedin
bir peri masalını sebepsizce bitirdin
tüm inançlarımı yitirdiğim anda
sarıldım ona
yüreğim bozguna uğramış dev gibi bir ordunun
kanlı savaş meydanı
gözlerimde çaresiz acılar var dedim
razıyım sana
gel dedi
baktı bana öylesine
bakışlarında çırılçıplak ruhunu gördüm
soyundu kimsesizliğine
küçük savunmasız bir kız çocuğuydu
ağladı gözlerimin önünde
gözyaşlarına ağladım
yattım sıcacık göğsünün üzerine
kimsesiz bir kelebek gibi
uyudu gözlerimin önünde
kapadım gözleri mi
soyundum ılık nefesine
sanki uyuz bir itim
bağlanmışım bir bahçe kapısına
gelene geçene kuyruk sallıyorum
sabah güneşi arkamdan sırtımı yalıyor nafile içimi ısıtmaya yetmiyor içim titriyor
yüzüm kuzey batıya dönük çok uzaklara
bin kilometre uzağa dalıyor gözlerim
hiçbir müzik çalardan çıkmayan bir şarkı kulaklarıma değiyor
——sonu yok bunun bu aşkı kıyamet
yüreğimle zihnimin çatışması başlıyor o an papatya falı sanki
Seviyor-sevmiyor
gözpınarlarım doluyor
Aniden
Sağanak bir yağmur indi
Gökyüzümden
Gözlerimi kör etti
Bir kaç şimşek aynı anda ışıldadı
Bir kaç gök gürültüsü aynı anda uğuldadı
Kulaklarımda patladı
Kumsala yürüdüm
Akdeniz'i aldım gözlerimin içine
Ufuk çok yakındı
Uzandım tutunamadım
Su suyu dövüyordu gözlerimin önünde
Su kumu dövüyordu
Su beni dövüyordu umarsızca
Dayanamadım
Sırılsıklam bedenim
Sırılsıklam kalbim
Sırılsıklam gözlerim
Ağlayamadım
Kumları ezdim ayaklarımın altında
Kumlar değil yüreğimdi
Kumlar değil sevdamdı
Kumlar değil geleceğimdi ezdiklerim
Yeryüzüm su
Gökyüzüm su
Su dünyamdı ,Su aşkımdı
Ateşe aşıktı su
Ben suya
Dindi yağmur
Sustu gökyüzü
Sustu dilim
Sus tum
Susmayı başaramadım
Ölüydüm
Ölmeliydim beceremedim..
Hoş geldin
Gözlerime değdin yine yeniden
Nasılda özlem büyütmüşüm içimde belirginliğine
fark edemediğim
Bu kez
seni tüm karanlıklarımın arasından
seçebildiğime sevindim
Gölgem söylesene
Karanlıklardayken ruhum
sen hiç yok muydun
Yoksa gözlerimin değdiği her yer sen miydin çepeçevre
Ben sen mi olmuştum hissetmeden
Her gördüğüm sen miydin
Ben sensizken
Yüreğimin haykırışları süzüldükçe dudaklarımdan
Yazdıkça kalemim sevda sözcükleri
Gözlerim her zaman ki nefret yerine ,
Yeni öğrendiği sevdayla baktıkça.
Ve ben bile bile hata yaptıkça ;
Bir başkasının güneşiyle ısıttıkça kalbimi .
Bir başkasına ait huzuru içimde hissetmeye çalıştıkça ,
Nasılda gömülüyorum toprağa ,
Nasılda alçalıyor ruhum .
Umursamazca bütün kapılarını kapatıyor sevgili ;
Varlığım sıradanlaştıkça ,
Sevgim değersiz kalıyor .
Bazen insan
Bütün yaşadıklarına aldırmadan
Acılarını düşkünlüğünü umursamadan
Son nefesini verirken çaresiz
Gülümser ya hayata
Sen benim
Boşa harcanmış hayatıma
Son nefesimi üflerken
Beklenmedik bir şekilde yüzüme yayılan
Huzur dolu gülümsememsin
Biliyorum
Sen gözlerimden silindiğin
Dudaklarımdan düştüğün gün
Öleceğim
yine de vazgeçemediğimsin
fırlattığım halde atamadığım
kaçsam da uzaklaşamadığım
sevdasına layık olamadığımsın
seni kazanmaya çalışmaktan vaz geçmişliğim dolanıyor şimdi kuru ayaz gibi iliklerimde......
tüm kelimelerimi harcadım uğrunda
mühimmat sıkıntısı çekiyor ordularım
büyük taarruzda
küçük küçük yenilgiler yaşadım
yaralandım üstelik
Yine savruldu duygularım dışardaki fırtınalarla
içim üşüyor
yanımda sen yoksun
ısınmıyor yüreğim
bakışını gülüşünü düşlüyorum
seni istiyorum
karanlıklarda kayboluyor sanki hayallerim
sessiz soğuk odamda buz tutmuş ellerim
seni düşünüyorum
uyut beni kollarında
gecenin karanlığında
sessiz ve kimsesiz
seni beliyorum
uyuyor musun ? dedi
galiba uyumuyorum dedim
yada ne bileyim
belki hiç uyanamıyorum hayat denen bu garip kabustan
uyanık olsam
onun çıkmaz sokaklarında arar mıydım kurtuluşu adım adım
yada korkar mıydım hiç gün ışığından
uyanık olsam
var olmadığım bir bahçede sular mıydım plastik sevgi çiçeklerini
hiç yanmamış bir ateş ile ısıtmaya çalışır mıydım üşüyen ellerimi
uyanık olsam
görmez miydim gözüme sokulan yalandır dediğim gerçekleri
yazık dedi acıyarak bakıp gözlerimin içine
bense
bana acıyan tüm zavallılara acıdım bilinçsizce
yazıyorum geçiyorum bazen işlek bir otoyoldan sağıma soluma bakmadan
ben uçsuz bucaksız denizler
dipsiz okyanuslar istemedim senden
bir damla gözyaşına
bin bir renkte büyüttüm sevgimi
sen beni tuz tanesi kadar sev diye sadece
ben uçsuz bucaksız vadiler
yemyeşil ormanlar istemedim senden
yüreğinin kenarında
ezilmiş bir kır çiçeğine tutundum
sarıldım sımsıkı umutsuz geleceğe
beni dipsiz uçurumlara düşürme diye sadece
ben şehvetli bir bedenle
arzu dolu bir ruh istemedim senden
basit bir gülümseyişindi
beni huzurun koynuna iten
gözlerine ölüp dudaklarına gömülmekti
yüreğim yüreğinde sımsıcak sarılsın diye sadece
Üzerinde yaşayan tüm canlıların neslinin tükendiği
Ölü bir gezegendim
Bir gün sen geldin
Bana bilmeğim diyarlardan
Yaşam getirdin
Gözlerindi atmosferimi etkisiz kılan
Gülümsemendi seni merkezime alan
Ansızın gittin
Koca bir Atom bombasıydı giderken derinlerimde bıraktığın
Fitili ateşleyen sen olunca
Toz oluverdim
Yüreğine sağlık
Beni yok ettin
etrafında anlam veremediğim binlerce olay gerçekleşiyor
zaman durmuşçasına çok ağır ilerliyor
kainata nam salmış ışık hızı
gözlerimin önünde
küçük küçük adımlarla yürüyor
tüm sesler kulaklarıma çarpıp kaçıyor
bense bir mezarda gibiyim
içimde herhangi bir ölünün hissettiği huzur hakim
tüm endişelerden uzak sessiz sakin tehlikesizim
birde şu olmayan birini varsayan yüreğim olmasa
dönecek umuduyla yolları izlemese sevmeyeni sevmese
ölüm gibi özlemek işkencesini kendi kendine yaşamasa
keşke
bedenim uyuşuyor bir anda
hayata devam edebilmek içgüdüsü
zihnimden derin düşüncelerimi kovmayı gerektiriyor
oysa ben
karadeliğe düşmüşüm çoktan
zamanı çoktan durdurmuşum
elimde olmadan
içimdeki mağlubiyet testere dişli koca bir bıçak gibi kalbimi dağlıyor
bazen bir kaç damla gözyaşı sızıyor gözlerimden
yerine kaçınılmaz bir intihar duygusu doluyor
içimin ayazına çarpan sımsıcak fısıltılar
büyük ısı farklarına neden oluyor içim çatırdıyor sessizliği ile
bir an etrafımdaki keskin kenarlı çember daralıyor
boğazımı düğümlüyor yutkunamıyorum
ruhum yeniden kendi uğursuz boşluğuna düşüyor
içimdeki ayaz et obur bir çiçek gibi varlığımı kemiriyor
yok oluyorum
ve bazen
insan her gidişe alışıyor,
acıları özümseyip katlanabiliyor
genellikle;
Zaman geçirme konusunda sıkıntılarım olsa da
beni ölüme götüren saniyeleri saysam da
bazen
avuçlarımın içinden akıp gidiyor zaman
Yitiriyorum o an kavram adına ne varsa
Günlerce yemiyorum mesela
Gecelerce uyumuyorum
seni düşünürken kendimi yitiriyorum
zaman yiterken ben yetemiyorum sana
zaman biterken ben gelemiyorum yanına
zaman geçerken ben ölemiyorum yolunda
zaman akarken ben akamıyorum sevdana
leş gibi kokan bir kül tablasında söndürüyorum sigaramı
titreyen ellerimle bir yudum alıyorum soğumuş çayımdan
onlar bittikçe bende bitiyorum
onlar yenileniyor ben yenilenemiyorum
gün geçtikçe küçülüyorum bütün gözlerde
bütün yüreklerden sürgün ediliyorum
yalnızlığım büyürken dur durak bilmezcesine
ben küçülüyorum
bazen
çok uzaklardan
bir kaç saniyeliğine
bir ateş ısıtıyor içimi ayaz gecede
benden kaç gökyüzü uzak bilmiyorum
içimden diyorum ki hadi
bir güneş gibi doğ gökyüzümde
adım adım karış karış dolaş karanlıklarımda
ansızın içimdeki seni bastırıyor dışımdaki bir ses
Güneşin doğumuna yakın rahatsız oluyorum
Ruhuma doğmayan güneş
dünyaya doğsun istemiyorum
en güzel harflerim öksüz
özgürlüğünden yoksun cümlelerim
yabancı düşlerin hizmetkarı şimdi
halbuki
maviye çalıyordu gökyüzüm
yavaş yavaş
uğursuz baykuş
kesat geçen gecenin ardından
aç dönüyordu yuvasına
ilk defa
bir martı
içerden çatlayan yumurtasını seyrediyordu
gururla
halbuki
gece ayazı
yerini sabah serinliğine terk etmişti
sessiz sedasız
küçük bir çocuk
dondurma ağacından dilediği kadar aşırıyordu kahkahalarla
annesi üzerini örterken sevgi dolu bir öpücükle
halbuki
aylardır ölü bekleyen bir tohum
gece neminin cesaretinde
ilk filizini doğuruyordu
ve aşk
gülümseyen yüzüyle usulca damarlarıma sızıyordu..
olmadı
Hiçbir insan
Bu yürekte böylesine sevilmedi
ve hiçbir insan
Bir sevgiye böylesine kayıtsız kalmadı
Umursamazlığın tanımsız rengine boyadın
Bu yüreği çepeçevre saran atmosferi
yılgınlığı yorgunluğu buladın
sen yalnızca bu yüreğin seni sevişini sevdin
benimle alakası yoktu hissettiklerinin
sen onun seni sevmesini hissedermiş gibi
hissettin sana olan sevgimi
bu yürek onu gösteren bir yansımaydı senin gözlerinde
onunla sevişir gibi seviştin benimle
yorgun ruhum taşıyamadı bu aşkı
yardım etmeliydin
etmedin
geveze yüreğime inat olsun diye
dilim susma hakkını kullanıyor bir çok zaman
sevda mahkemesinde yalancı şahit ilan ediliyor yüreğim
ruhumun kalemi kırılıyor sessizce
içim içimden usul usul sessizce ağlıyor
is karası bir gecede
temizlemeye yetmiyor yağmurun şiddeti
yüreğimden artakalanları
yanağımdan süzülenler yağmura karışıyorlar usulca
bazen rüzgara dayanamayıp düşen bir yaprak teselli ediyor beni
bazen bir damla
yıllardır uyuyan bir volkanmış gibi
dumanı üzerinde ateşi içinde
bazen
şüphenin yakıcı zehri dolar zihnime
eritir içimi derin derin
gülümsemeyen insanlar görürüm
ve bazen
para için ruhunu satan bedenlere rastlar bedenim
gözlerinde kötülüğün cezbeden ışıltısı
aldırmam
bazı geceler
simsiyah gökyüzüme bakıp
sesin soluğum kesilene kadar haykırırım
tanrım sen var mısın
susarım
susarım
ama
duyamam
Nedense
hep kanunsuzu sevdim ben ;
Temiz bir yüreğin yıllarca kendi içinde yeşertip büyüttüğü koruduğu ölümsüz aşkını çalmak istedi canım
kibrit ,çakmak veya benzin kullanmadan salt aşkımın ateşiyle karanlıklarda yapayalnız gördüğüm kalplerden birini seçip kundaklamak istedim
bunalmıştı ruhsuz ruhumu saçma sapan kalabalık yalnızlıklar
yapayalnız yalnız kalabilmek için ruhumun ötenazi hakkını kullanmak istedim
Nedense
hep kanunsuzu sevdim ben ;
geride beden denen pisliği bırakmamak için yakılıp rüzgarlarla karanlık denizlere savrulmak istedim
Hiç istemezdim ama insanın doğduğu andan itibaren aralıksız beynini yıkayan örf adet denen uyuşturucunun etkisinden kurtulmak istedim
sanırım bembeyaz bir sayfanın satır aralarında bir kaç kelime kullanarak
tüm hayallerime umutlarıma gelecek beklentilerime ben tecavüz ettim
tecavüz etmek değildi aslında niyetim ben sadece onlara sımsıkı sarılmak istemiştim
zihnimdeki tüm kötülükleri ön yargıları bir kaç tertemiz yüreğin yardımı ile recm etmek istedim
Vicdanıma aldırmadan tüm yalan yabancı sevdaları ayaklarımın altında ezmek istedim
Nedense
çoğu zaman kanunsuzu sevdim ben
Yüreğimin üzerine yüreğini seren tenine dokunduğumda kalbi titreyen
bakışlarından oluk oluk huzur akan bir çift gözle
buram buram arzu kokan bir bedenle nefesini üflediğinde ruhuma ,iliklerimi ısıtan bir ruhla
binler kez zina yapmak istedim
Nedense hep kanunsuzu istedim ben
geceydi ve sen yoktun
seni düşündüm
özlemek seni bir damla yaş düşürdü gözlerimden
bana yazdığın bir yazıyı defalarca okudum
ezberlediğim resmini seyrettim bir süre daha
ilk kez görmüşçesine
seni düşündüm sızladım kanadım
geceydi ve sen yoktun
üşüdüm sarılamadığım için sana
üşümek gözlerimden bir damla yaş düşürdü
titredi içim ellerimde ellerini hissettim o an
yüreğimde yüreğinin sıcaklığını duydum
soğuktu
temmuz üşüyordu
simsiyah bir dolunay
kapkara gökyüzümde geziniyordu
odamdaydım yalnızdım
odam üşüyordu
tanımsız duygular
çisil çisil yağıyordu
siyahtı duvarlarım
duvarlar üşüyordu
dokunduğum her şey
üstüme yıkılıyordu
soğuktu
iliklerime işleyen acı
kanımı donduruyordu
yabancılaştıkça kendime
zihnim bedenimi reddediyordu
nasılda karanlık gece
Ay yok yıldızlar yok
Bir karayel hissediyorum iliklerimde
titriyor içim
çok uzaklarda şehrin ışıkları
canlı şehir tam aksime
şehrin ışıklarından uzak
karanlık bir yerde bekliyorum sadece
amaçsızca
rüzgar aralıksız esmese
huzurumu bozmasa içimi titreterek
yaşadığımı hissettirecek hiçbir şey yok çevremde
tüm bu karmakarışık duygular arasında
içimde bir yerlerde çyle bir Duygu var ki anlatılmaz
sımsıcak sevgi dolu yaşam dolu
ilkbahardan kalan bin bir çiçek kokulu bir esinti
cennetten gelen kocaman bir şelanenin sesi
sonsuz huzurun temsilcisi
kalbimi titreten
içimi sevgiyle eriten
şehir kadar uzak
yeniden doguş kadar imkansız
o ben,,,,,,
kuş beyinli olan ...
kurumuş ağaç dünyam ,,,,,
dalları çevrem, hayatımın ta kendisi
anlamsız yaşantım
ay sen ,,,,,
asla yanına uçamayacağım
hep uzaktan bakacağım
aklımda tek soru ,,,,
günler geceler boyunca ay
çepeçevre gökyüzümdeyken
dolu dolu yüreğimdeyken
çok uzaklardan dünyaya baktığında
kuşu görebilir mi ?
kuru ağacı görebilir mi ?
o ağacın yaşadığı
harabe köyü yada kasabayı yahut ilçeyi ?
en azından şehri görebilir mi
....
ülkeyi görür belki
dikkatle bakarsa
oysa
bir ülkede
onlarca şehir
binlerce koy
milyonlarca ağaç
milyarlarca kuş vardır
işte benim kuş beyinli olduğum
ayın aşkına talip olduğumda anlaşılır...
Birini kaybettim karanlık boşlukta
Birini katlettim hunharca
intihar ettim içimde
Biri şeytana sattı aciz ruhunu
Biri sevmek istedi beceremeyeceğini bildigi halde
Sonra yitirdi kendi kendini bir masal uğruna
Bir parçam mahkum ağılaştırılmış mühebbete mahkum
Bir parçam esir gönüllü köle acı madeni ocaklarında
Bir digeri bir serçe
Bi çare kanat çırpıyor zamansız an'larda kısa kısa mesafelere
Bir parçam sovalye güçlü güvenilir korkusuz
Ama kılıcı kalkanı her zaman elinde
Bir parçam kadın tutkulu arzulu şehvet dolu
Yaşama sevinci her an yüzündeki maskede
Biri kaybolmuş
Çıkmaz sokaklarda tüketmiş ömrünü
Bir parçam yapayalnız kuru gürültülü kalabalıklarda
Bir digeri korkak sinmiş kendi dünyasına
Biri yorgun
Biri üzgün
Biri umutlu her ne pahasına
Biri düşüncesiz
Biri umursamıyor dünyayı
Bir diğeri nefret dolu kendini hırpalıyor yalnızca
Ve ben paramparçayım aslında..........
Başında ne düşündüğümü bile anımsayamadığım bir kaç kelimelik hiç kimse için hiçbir anlam taşımayan saçma sapan cümlenim sonuna
hangi noktalama işaretini yazmam gerektiğini düşünürken buldum kendimi ...
kaç an silinmişti o sıralar hayatımdan farkında değildim. kaç saniye kaç dakika unutmuştum
kendimle birlikte her şeyi ve herkesi
İçtiğimi sandığım sigarama değdi gözlerim aniden kül tablasında öylece şeklinden hiçbir şey kaybetmeden eriyip gittiğini fark etmemiştim bile sigaramı kendi varlığıma benzetip umursamazcabir yenisini tutuşturdu ellerim
gözlerim
ellerimde olması gereken bir kalemin yokluğunu fark etti o an
oysa masamın üzerinde kalemimi dolaştırdığım kağıt bile olmaması şaşırtmalıydı beni
demek ki yazmıyordum
demek ki sonuna bir noktalama işareti koyacağım saçma sapan da olsa bir cümlem yoktu
demek ki yaşamıyordum
gidiyorum ben kelimesini okuduktan sonra
yitirdiğim zamanda
bilinmeyen bir yerlerde
onları da kaybetmiş olmalıydı ruhum
ışık hızıyla zihnimden geçip sonsuzlukta kaybolan binlerce düşünceden biriydi kayboluşum
içime yayılan tanımsız ama sonsuz kocaman bir boşluk gibi anlamsızdı dünya
ve
bitmeyen bir cümlemin sonuna nokta koymak gelmedi içimden o an
üç nokta koymayı düşünmek bile korkuttu beni
ve büyüttü içimdeki belirsizliği
bitmemişti cümlem
belki hiç başlamamıştı bilmiyordum
ama bitmemişti
bilmemeliydi
ellerimde
beni kalbimden gökyüzündeki gri bulutlara asmış
binlerce soru işareti vardı yalnızca
Yalnızlık içini ne kadar yaksa da
İçimdeki uçsuz bucaksız çöllerde
Senin için çağlayan coşkun bir akarsuyu
Bilmezlikten gel
Bir yudum alma
Sus sen hatta susmakla kalma...
Nefessiz kalıp boğulduğunu sandığın anlarda bile
Yemyeşil vadilerimden sana esen
Saçlarını okşayan rüzgarlarımı
Hissetmezlikten gel
Nefesimden serin bir nefes alma
Sus sen hatta susmakla kalma...
Dipsiz uçurumlara düşerken
Karanlık zindanlarda üşürken bile
Dört bir yandan sana uzanan yüreğimi
Görmemezlikten gel
Güven dolu ellerimden tutma
Sus sen hatta susmakla kalma...
Kendi içinde tek başına büyüttüğün sevdanı
Cennet gözlerinde doğan kutsal aşkını
Kıymet bilmez yürekler için harca
Nefret dolu bir kalpte sana ait
Öksüz yetim sevdama sen sahip çıkma
Sus sen hatta susmakla kalma...
Bıçak sırtı acılarını keskin gözyaşlarını
senin için kanayan kalbime sapla
yak canımı
değersiz gurursuz sıradan olduğumu hissettir bana
yetinmezsen beni de sustur hatta
Bir daha bana bakmamanızı rica etsem beni bağışlar mısınız
siz okuyabildiniz mi beni
buhranı acıyı geçmişi okuyabildiniz mi gözlerimden
oysa sessizce okuyasınız diye bırakmıştım kumlara
ve yapayalnızken bile gözetleniyor hissine kapılmıştım o ara.......
zaten hep uzak ufuklara baktığınızı görüyorum saygısızca
başka birinin kumsalında çırılçıplak keskin gözlerle ufku seyrediyorsunuz karanlıkta....
hissediyorum keşfedeceğimiz çok şey var
ve kısa bir zaman içinde sıradanlaştırıp alışacağımız...
sev-sevme savaşında büyük bir bozgun yaşayan mantığım
intikam alırcasına yüreğimle alay ediyor
tüm gücüyle saldırıyor ruhuma
yüreğim çaresiz
yüreğim yardıma muhtaç
bekliyor.
ölesiye sevilenin yüreğine ihtiyacı var
Sadece bekliyor
onunda kendine göre savaşları olmalı ki
yardıma gelemiyor
yüreğim kanıyor
içim acıyor
gözpınarlarım taşıyor
hiçbir müzik çalardan çıkmayan şarkı değişiyor
#AD?
kuyruk sallamaya devam ediyor bedenim
güneş sırtımı yakıyor
içim titriyor
Ağırdı gece
Ve ben
Dalından kopmuş bir yaprağın
sessizce ölüp gidişini izliyordum
Onun için akan
Gereksiz gözyaşlarını sildiğini anımsadım parmak uçlarının
Gökyüzüm kızıla boyandı.
Dalınan kopmuş bir yaprağın
Sessizce yere düşmesini seyrediyordum
Yaprak düşerken ben düşüyordum
Yaprak ölürken ben ölüyordum
Ağırdı gece
Ve ben ..
sessiz bir gecede huzur bulmak istiyorum
dünya sussun
unutulsun bütün kötülükler
zaman dursun
gecenin karanlıgını çekmek istiyorum içime usul usul
ılık hafif bir rüzgar eşliğinde
sevgiler yogunlaşsın buharlaşsın gökyüzüne
sonra hırsla yagsın sagnak yağmurlar gibi
ıslatsın tüm bedenmi
sevgi sarsın tüm benliğimi
unuttursun bana unutmak istediğim herşeyi
yavaş yavaş sabah olsun
parlak sımsıcak bir güneş açsın
ısıtsın titreyen hücrelerimi
sen ilk bahar misali
çiçek çiçek renk renk
küçük bir tomurcuk gibi
yeniden doğuşumun adısın sen
bir çağlayan coşkusu
bir kelebeğin doğuşu
bir annenin şefkati gibi
içimdeki huzurun adısın sen
hasret duyduğum sılam
sevgiliye duyulan özlem
bir damla gözyaşı gibi
içimdeki hüznün adısın sen
nedensiz bir kahkaha
lunaparka giden bir çocuk
ilk kez elma şekeri yemek gibi
içimdeki sevincin adısın sen
sevgiliye ilk dokunuş
çocuksu bir ilk öpüş
ateş gibi buz gibi arzu dolu
tenimdeki tutkusun sen
uykudan uzak geçen
bilmem kaçıncı sancı dolu gecenin
gereksiz sabahında
gözlerime bir çıngıraklı yılan misali çöreklenen bu garip sızı
kalbime kadar inmeyi öğrenemeseydi eğer
mantığım sindirebilirdi
belki gözyaşlarını tutmadan bu şizofrenik sevdayı......
bazen gece sanki kankardeşim degilmiş gibi
benden iğrenirmişçesine yüzüme tükürüyor
kanla karışık gözyaşı şeklinde umarsızlığımı
Sen nasıl başardın
Ölü bir ruha can vermesini
Nefret dolu bir kalpte
Sevgi tohumlarını nasıl yeşerttin
Nasıl tebessüm etti birden
Yıllarca kin kusmuş gözlerim
Hiç bir şeyi önemsemeyen
Umursamaz bir zihinde
Nasıl değerlendin
Neydin sen ?
Gözlerinde hissettiğim ışık
neyin tasviriydi
Cennet doğuştan mı yerleşmişti bakışlarına?
Taşlaşmış bir kalbi
Eritebilecek kadar büyülü bakmayı
sonradan mı öğrendin
Sen nasıl başardın ?
Zihnimdeki küfürü kini
Çok uzaklardan ellerini bir dokunuşuyla silivermeyi
Senin ellerine huzuru kim yerleştirdi
Sen nasıl başardın
Bana mantıkğımı yok sayıp
imkansızı sevdirmeyi ?
Kendi karanlığında kaldıkça
kendi gözlerin oyunlar oynar sana
gözkapaklarını sımsıkı kapamışken bile
küçük ışıltılar değer gözlerine aslında var olmayan
hayalet bile değildir aslında
silahını kuşanmış şövalyeyi bekler durur zihnin
varlığını hissedersin çok yakınlarında
ama o yoktur ve hiç olmamıştır
tuvalinden cılız ışık sızıyordur
sen görmezden geliyorsundur
gözlerin kördür kulakların sağır
dilin laldir
mutluluk masken huzursuzluğunu saklayamaz hiçbir zaman
görmezden gelerek avunamazsın
kendi dünyana kapadıkça kendini
kendi çıkmaz sokaklarında kaybolursun
bir adım ileri bir adım geri
hiçbir yere götürmez ayakların seni
tünel değildir ucunda ışık gördüğün zifiri karanlık boşluk
ışığa götüren yol yoktur aslında
ruhun sürekli oyunlar oynar sana
kendini bilmez bir şekilde dolaşıp durursun
görmezden gelirsin üzerinde çıkış yazan tabelaları
seni çıkmazlarından kurtaracak
sevda denen trene binmek istemez canın
gözlerin kördür kulakların sağır
dizlerinde derman yoktur zaten
bir adım ileri bir adım geri
kendi ekseninde döner durursun
Ateş üşür mü?
Üşümezse neden titrer ayaz gecelerde
Yada kendi üşürken
neden yakar beni
kendisi aslında yokken ...
nasıl dağlar parçalar içimi ?
Ateş sönmez mi?
yakmaya layık olmadığı bir yürekte
yanmaya hakkı olmayan bir yerde
Küle dönmez mi?
Ateşte gitmez mi?
tüm oksijeni çıkarsam içimdeki gezegenden
istenmediği topraklardan
is karasına boyadığı cennetimi
bana terk etmez mi?
Yine gece
Yine yıldızsız gökyüzünde gözlerim
Aptal bir müzisyenin
Şarlatan notalarından çıkan
Uydurma ezgisi
Çalacak tüm geleceğimi benden
Bilmiyorum
Hissediyorum
Geleceğimin hüzün dolu gözleri yaşlarla dolacak
Yüreği acıyacak için için
Ve ancak o zaman ellerime uzanacak
Ama o zaman
Düştüğüm karanlık zindanlarında geleceksizliğimin
Yitirilmiş yıllara tutunmuşken çaresizce
Uzanan ellerini hissetmeyecek ruhum
Aptal bir müzisyenin
Şarlatan notalarından çıkan
Uydurma ezgisi
Bir masal çalacak benden
Bilmiyorum
Hissediyorum
Günün ışıması gereken bir saatti oysa
Kızıl siyah gökyüzümde
balkanlardan gelen
acı yüklü zifiri karanlık bulutlar
karayılan gibi
Kanla karışık yağmur indi gözlerimden
Ayakta duramadım
Dört bir yanım boşluktu
Tutunamadım
bir serçe düştü ansızın
öldü sonra
Gidişine ağlayamadım
Anası belli olmayan bir piçti sevdam
Her an hakir görülendi
Yaşananlara ihanet demezdi
Tek çephede umutsuzca var olmaya çalışan bir sevdada
Yüreğimi affetmesi gereken zihnimdi..
Düşsüz
Düşüncesiz
Kabussuz
Işıksız
Gölgesiz
Sessiz
Soluksuz
ve Sensiz bir gece
Bu kadarı çok fazla
Benim için bile
Sessizdi ortalık
hakkıyla yaşanmamış hayatların
pişmanlıklarını hissettim damarlarımda
ansızın karanlığa alıştı gözbebeklerim
kainatın diğer ucunda bir yansıma hissettim
gözlerimi dağladı güçsüz umutsuz bitkin savurdu beni boşlukta
o aradığımdı oysa…
gecenin sessizliğini bastırabilmek içindi
içimden avazım çıktığı kadar susuşum
beni yutan boşluk soğuktu
hissiz
ölçüsüz
ölçeksiz
gerçek dışı
sanki büyülü gibi
sen bir düştün
ve ben hazırlıksız uyandım senden
ışıksız bir sabahın ayazında
düştüm gözlerinden
Sen seviyor musun
Gecenin karanlıkları içinde
Bir başına suskun
Yıldızlarımı sayıyorsun
Özlem damla damla gözlerinde
Sen seviyor musun
Sen düşünüyor musun
Gecenin göz bebeği gibi suskun
Yalnızlık rüzgarları eserken yüreğinde
Ellerin buz tutmuş üşüyorsun
Özlem çisil çisil gözlerinde
Sen seviyor musun
Kan kurudu
kan kurudu
yarı ıslak kirpiklerde
kahverengi siyah şimdi hasretin
aşk çürüdü
cennet kokuları yayan aşk
mide bulandırıcı şimdi
yarı geri zekalı bir seri katildin
her seferinde unutup
binlerce kere öldürdün beni
yarı geri zekalı bir sevdalıydım
var olmayan sevgine tutunup
binlerce kez doğurdum kendimi
Boğucu bir gece yine
Nefessiz ruhum
Üç milyon saniye var güneşin yüzünü göstermesine
yüreğimdeki ızdırap alev alev
üç milyon damla gözyaşım yeter mi
içimdeki yangını söndürmeye
üç milyon atışında adını haykırsa kalbim
dursa sonra
üç milyon kere ölsem
üç milyon kere doğsam yeniden
üç milyon kere sevsem seni her seferinde
sura üflense kıyamet kopsa
üç milyon yıldız yok olsa bir anda
kalbinde bir şimşek çaksa
üç milyon mum yaksa aramızdaki yollara
bir rüzgar esse
üç milyon yaprak savrulsa ansızın
üç milyon adım alsam heybeme
titrek mum alevleri arasında
birer birer serpsem sana gelen yollara
ölmeden varabilir miyim sana
sen gel diye
küçük küçük umutları tek tek dizerek
içimdeki bataklığa kurduğum tüm yolları
yıktı yalancı yolcun
sevgim eğriti bir dalga kırandı
yalnız sana ait yalnız seni koruyan
özensizce üzerine çıkıp
batırdı yalancı yolcun
cennet bahçelerimdi oysa
gözlerinin ışığı ile yeşerttiğim
gözyaşlarımı zehirledi
kuruttu yalancı yolcun
bir atom bombası buldu
kalbimin tam ortasına koydu
içimde adına yaratılan tüm şehirleri
yerle bir etti yalancı yolcun
eti tırnaktan koparırcasına
aldı gitti seni yalancı yolcun
Tüm büyük kavgalardan Sana kaçardım oysa...
Ve her sarsıntıda
Güven dolu ellerine sarılırdım
Soluksuz kaldığım zamanlar çoktu
Hep senin soluğundan
Bir yudum nefes aldım
Her ölüme meylettiğimde düşlerim
Sana sarıldım
Ruhumdaki tufanlardan kaçtığımda
Gözlerindeki engin okyanuslara sığındım
Bu gece
Yine sarsılıyor içimdeki tüm şehirler
Bu gece
Yine fırtınalar ortasındayım
Yine nefessiz ruhum buhranlardayım
Ve bu kez sen yoksun
Korkuyorum.......
Bilinçten yoksun bir şekilde
Başka hayatların örselenmiş sevdalarına sarılıyorum
Yarım kalmış mutlulukları
Mutsuzluk ormanlarıma aşılıyorum
Yapay sevgi çiçekleri sürgün veriyor kurumuş dallarımda
Tutunamıyorum
Tümcelerim yarım yamalak
Noktasız tüm söylemlerim
Tüm yönleriyle ertelenmiş bomboş bir hayat
Gelecek zamanda yaşıyorum
Bir umudun
Bir bekleyişin
Bir hayalin uğrunda
Şimdiki zamanı kurban ediyorum
Günler akıp gidiyor bir biri ardına
Ölümü bekliyorum
Bir düşüştü bu
Büyük bir gürültüyle düştüm
Herkes bana baktığı halde kimse göremedi beni
Üç beş insan merak etti gürültünün kaynağını
Bir kaçı umursamadı bile
Ve ben kaybettim işte
aylar sonra karanlık ruhumla yeniden yüzleşiyordum
Derin kesiklerim oluk oluk kanadı
Sustum
Yutkundum
Sonra yeniden sustum
O an boğazıma takılmasaydı sevda
Lime lime kesip atmasaydı yüreğimi
Yine yutkunacaktım
Başaramadım
Ciğerlerim sancıdı düğümlenince aşk boğazımda
yutkunamadım.
Tüm sayıları sıfıra eşit bir denklemdi varlığım
Yaşayabildiğim en güzel yer burasıydı
Cehennemin en lüks semti
Dört oda bir salon
Cennet manzaralı
Garip dost ağacının karanlık siluetini izlerken
Serin bir sonbahar gecesinde
Sert bir rüzgar yaprak hışırtıları getirirken kulaklarıma
Seni duydum
Oysa hiç kuş sesi yoktu
Ve toprak soğumuştu
Yollara küfrederek uyanık kalmaya çalışan bir şoförün
Akı kanlanmış robotlaşmış bakışında gördüm seni
Sessizce yanımdan geçip giden tren hiç dikkatimi çekmedi
Üstelik gölgemde yoktu
Sen benim hiç bilmediğim adreslerde
Eğreti sığınaklar bulmuşken kendine
Günler geceler boyunca
Ben hep seni bekledim
Olurda gelirsin diye
“bana gelmeyi hiç düşünmedin”
yalancı masallar dinlerken sen
sabun köpüğünden sevgilere açmışken kulaklarını
avaz avaz sana seslendim
belki duyarsın diye
“beni duymak istemedin”
sen izlerken hayranlıkla
anka kuşu sandığın kara yılanı
ben yoğun ateş altında bile
Sığınağıma gizlenmedim
gözlerin beri aradığında görsün diye
“beni hep görmezden geldin”
Ruhum karanlıkta kalınca
Günahlar ışıldamaya başladı
Aptal ateş böcekleri gibi
Göz alıcı bir mavi
Huzur dolu bir yeşil
İşte bu yüzden ben
Günahlarını sevdim
O yüzden seninle düşlerimde seviştim
Ruhum karanlıkta kalınca
Nefret ışıldamaya başladı
Ateşe atlayan pervane böcekleri gibi
Bana ait olmayan yüreğinde
Sevgi kırıntılarını aradı
İşte bu yüzden ben
Bir eroinman gibi düşledim gözlerini
O yüzden içime çektim ılık nefesini
Zihnimi sarıp sarmalayan bu saçma sapan düşüncelerimin bir açıklaması olmalı
Yoksa bilinç altına ittiğim bile bile yaptığım yüzlerce hatamın pişmanlığımı ?
Hiçbir zaman yaşayamadığım sevdamın eksikliği mi yüreğimdeki ?
Gözlerimden süzülmek için çırpınan gözyaşlarımın sitemi mi?
Sevmeye sevilmeye olan özlemim mi?
Boşa harcanmış zamanlarımın dengesiz öfkesimi ?
Ruhumu saran huzursuzluğumun bir anlamı olmalı !
Bilmediğim…
Bulamadığım…
gidebilecek misin benden ?
böylesine içime işlemişken sevdan
gönderebilecek misin beni ?
sensizliğin
soğuk
ve acı dolu zindanlarına
ölümü özletecek misin bana ?
recm edebilecek misin ruhumu
içine
böylesine işlemişken
sen
sessizliğinin
kelimesizliğinin
kor alev taşlarıyla
umarsızca
gerçekten
böylesine
acımasız olabilecek mi
ellerin
hoyratça parçalayabilecek misin
kalbimi
hiçlikten aldığın beni
döndürebilecek misin
hiçliğime
yok sayabilecek misin
hiç olmamışım gibi
hayatına hiç girmemişim gibi
unutup
gömebilecek misin
tarihinin
siyah
sayfalarına
asla hatırlamamak adına ?
kıvranırken ben
sensizliğimde
sessizliğinde
senin
ellerine uzanırken
son
nefesimde
son bir ümitle
o zamanda gizleyecek misin kendini
sık sık kanatacak mısın
sarıp sarmaladığın yaralarımı
gerçekten
bir gün gidebilecek misin benden
ruhuma böylesine işlemişken
sen
kapadım gözlerimi
gözlerim daldı gözlerine
bir tüy tanesi gibi
dünyanın bir ucundan diğerine
savruldum seninle
kapadım gözlerimi
daldım ellerine
titrek dokunuşlarla büyüttüm içimdeki umudu
içimdeki ölü topraklara can verdim
büyüdüm seninle
kapadım gözlerimi
kayboldum nefesinde
aralıktı dudakların
soluğumu soluğunda hissettim
can buldum seninle
kapadım gözlerimi
daldım buğulu sesine
binlerce kez yankılandı içimde
huzur buldum seninle
kapadım gözlerimi
öldüm seninle
göz alıcıydı gözleri
her baktığımda içine
bir ışık patlaması yaşardı ruhum
huzur saldırırdı zihnimde dolanıp duran nefrete
ama öldüremezdi
nefret
köpekler gibi ölü taklidi yapardı uzun uzun
ne ulurdu kulaklarımı sağır eden bir çığlıkla
nede ısırırdı yüreğimi binlerce defa
göz alıcıydı gözleri
gözlerim gezinirken teninde
boğazımda düğümlenirdi bir damla su
göğüs kafesime sığmazdı yüreğim
söylerdim de inanmazdı
göz alıcıydı gözleri
bir gün bu harfleri
dili geçmiş zaman kullanarak yazacağım
hiç aklıma gelmezdi
Kalbimin etrafına istemeden ördüğüm duvarlar öylesine kalındı ki
Güneşin içine düşüverse bile yüreğim
Gözyaşlarımın rutubetinde
Karanlık soğuk bir zindan dan öteye geçemeyecekti
Bir gün hiç beklemediği bir ışık sızıverdi içeri
Karanlık ışıktan korktu
Işıksa kalbin karanlığından
Kaçmaya çalışsa da başaramadı
Işık panik içinde
Serseri bir kurşun gibi
İçerden çok kırılgan olan duvarlara defalarca çarptı
Her çarpmasında bir damla gözyaşı
Kanayan bir yara ince bir sızı bıraktı ....
Yankılanıyor dört duvar
Şimdi yıldızlar gerilsin
Ay bassın tenime
Kavruldun dilimde
Yuttum yine de duruldum !
Bir sessizlik...Gecemde sensizlik
Omurgamda hasretin peydah
Ah ah ki ne ah …
Yankılanıyor gökyüzü
Yıldırımlar düşüyor
odamın duvarlarına
İçimde milyonlarca çığlık
Damarımda sancır
Yar(ın)sızlık !
Ah ah ki ne ah …
Adını anmadan
Bir saniyem geçmiyor
Yoksun üstelik
Yokluğunun bir çaresi yok
Gündüzüm gecem
Dört mevsimim olmuşsun
Üzüldüğümde ağlayacağım
Omuzların yok
Lanetli gözyaşlarımın
Dineceği yok
Aşkını düşlemediğim
Tek bir anım olmuyor
Yoksun
Soluksuz öpmek istediğim
Dudakların yok
Gözlerin
Karanlık dünyamın ışığı ama
Üşüdüğümde ısınacağım
Ilık nefesin yok
Lanetli ruhumun
Kurtuluşu yok
Arzularım
Prangaları parçaladı ama
Yoksun
Usulca sokulacağım
Bir bedenin yok
Gamze gamze gülüşlerin
Resimlerde ama
Üzerinde çok değerli
Mimiklerin yok
Lanetli ellerimin
Tesellisi yok
Ayaklarım
Hep sana koşmak istese bile
Yanında uzanacağım
Bir yatağım yok
Gözlerim
Daldığı her yerde seni görür ama
Ümitsiz haykırışlarımın
Bir faydası yok
Lanetli arzularımın
Dizginleneceği yok
Aptalca isteklerim oluyor bazen ama
Yangınıma su serpmenin
Başka yolu yok
Güzelliğin hem yasak
Hem haram olsa da bana
Üç metre kefen bezinden
Zerre korkum yok
Lanetli hayatımın
Bir anlamı yok
Kimi zaman ;
Yazdığım tüm cümlelerimin,
Söylediğim tüm sözlerimin
Son noktası oluyor gözlerin
Bakışların gözlerime değdiği anda
Susuyorum
Her ne varsa içime attığım
Hiç Kimseyle paylaşamadığım
Sökülsün içimden istiyorum
Başım omuzlarının güvencesinde
Usulca sokulup sana
Ağlamak istiyorum
bir an ;
Girdabına kapılsam gözlerinin
Rüzgarında savrulsam diyorum
Ritmine ayak uydurabilsem de kalbimin
Karmaşık, kapkaranlık dünyamdan
Çok çok uzaklara uçsam diyorum
Ara sıra;
Yollasan gözlerini tüm imalardan uzak
Hiç süslemesen en saf ,en yalın
Hiç maskelemesen çırılçıplak
Anlatsan bana sendeki beni
Bazen;
Umut çiçekleri açar çöllerimde
Derim ki
Ben bilmeden sen hiç fark etmeden
Yüzyılca bir olsa bile fark etmez
Sevsen beni...
Benim olduğum şehirlerde
Toprak ıslaktır hep
Yağmur
insanların göz pınarlarından yağar
Griye çalar gökyüzü
Yorgun yüreklerde
Yalnızca soluk güneşler doğar
Benim olduğum şehirlerde
İnsanlar yalnızdır hep
Gidenlere yarenlik eder yollar..
Kavuşmalardan uzak
Özlem dolu yüreklerde
Yalnızca gözyaşı yağmurları yağar
karanlığından damlayan
tek bir harfe
ortak ediyorsun beni.
ruhundan sızan karmaşaya
yorgun gözlerindeki tuhaf ışığa..
hiç konuşmadan
çok çok uzaklardan
sesleniyorsun bana
insanlar göremese de
perdeli bakışlarıyla seçemese de
ışığın tüm renklerini yutan
siyah gibi
tüm renkleri içinde barındırıyorsun
birden
bölünerek çoğalıyor kelimelerim.
bölündükçe
aşkı aşıp sevişmeden
çoğalıyoruz seninle ..
Gün doğar
kesilir bilekleri gecenin
dolunay ışık kanar
silinir gözlerimden usul usul
yüreğim titrer
kırağı düşer kirpiklerime
ayaz ağlar
hafif bir rüzgar eser
savurur içimdeki şehirleri
bilinmez bir karmaşaya
özlem yıkar geçer
maviye çalar gökyüzü
sessizliği çalar içimden
yitirir benliğini yıldızlarım
söner ateşböcekleri umudumun
acı patlar volkanlar
Can havliyle atladım uçurumdan,
Ordasın tutarsın beni
Gözlerim hızla yaklaştığım duygusuz kayalıklarda
Yoksun
İçimdeki boşluk
İçinde olduğum boşluktan büyük
Yoksun
Kalbimde kanım
Ciğerlerimde nefesim yok
Yoksun
Gözlerinde gözlerim
Ellerinde ellerim
Kalbinde sevdam yok
Düşünmeden atladım aşka
Yoksun
iklimlere sığmıyor yokluğun
dört mevsim
koyu gri gökyüzüm
yağmurlar dövüyor içimdeki kurak toprakları
yokluğun üşüyor
iklimlere sığmıyor yokluğun
gece ayazı çöküyor üzerime
içimde bir yer
kızgın güneş altında kalmış
bir kar tanesi gibi eriyor
mevsimlere sığmıyor yokluğun
alev alev yanıyor
dağlara çöllere okyanuslara
sonsuz görünen gökyüzüme sığmıyor
acıyor
Yoksun madem
içimin ayazına girsin de o çok sevdiğin güneş
üşüsün biraz
buz tutsun aptal gülümsemesi
Yoksun madem
ayaz düşsün dudaklarına gecenin
kırağı vursun gözlerine
kanasın dinlediğin tüm türküler
yoksun madem
ellerine zil takıp oynasın
gelmiş geçmiş tüm ölüler
ağlasın şiir
avuçlarımda can çekişirken
Yoksun madem
kıymet bilmez yüreğinden geçen her kan hücresi
boğulsun havasızlıktan
zifiri karanlıkta
gözlerimiz birbirine değmeden
uzanıp dokunuyoruz birbirimize
tenden uzak
kalpten yakın .
sessiz kimsesiz anlamsız harflerimi
sürüyorum gözlerinden kalbine
defalarca doğuruyorsun beni yeniden
canan olmadan can
yokken var
benken sen ediyorsun.
mantık kaybolunca benliğimde 'sen'liğe doğuyor içim
dünyaya sığmadığımı hissederken
kainat içimde kayboluyor
bulamıyorum
Gerçeklikten onlarca yıl uzaktı ama
Seninle tüm çıkmaz sokaklarında seviştik cennetin
Cennet binlerce mil derinlerindeydi gözlerinin
Ve gözlerin en ücra köşelerindeydi zihnimin
Gerçeklikten Bin kilometre daha uzaktı ama
Keşfe hazır kaşifini bekleyen yepyeni bir dünyaydı tenin
Üzerindeki tepelerin vadilerin dehlizlerin
Huzurumun kıblesiydi ellerin
Yeşil bir beyin
Beni yüzlerce kapısız odaya hapsedip
Uçtu gitti
Odalar arasındaki
küçük cam kırığı geçitler
Her geçişte elimi yüzümü kesti
Kirli sarı odalarda kızıl kanımın lekesi
Dört güzel kadın
Çırılçıplak yerde yatıyordu
Davetkar bakışlarından kaçtım
Soluksuz koştm bilinmezliklere
Kirli sarı odanın cam kırığı geçitlerinden kaçtım
Gri cam misketler vardı geleceğimin temsili
Oturdum çocuk gibi oynadım
Kaybettim birer birer her birini
Tüm yollarımı tıkadım
Kirli sarı odanın cam kırığı geçitlerinden kaçtım
Bir köşeye yığılmış
Simsiyah tohumlar gördüm
Bir avuç serptim duvarlara
Yeşile büründü çiçek açtı dünya
Etobur çiçekler doğdu umutsuzluğumdan
Ruhumu yediler cam kırığı dişleriyle
Kanadım
Kirli sarı odanın cam kırığı geçitlerinden kaçtım
boşuna konuşmuş geveze
duyan yokmuş uzaktan görenler kendi kendine konuşan gevezeye deli demişler
bilmişler ancak akıl yeterliliği 1 yaşın altında olan insan ateşe atarmış kendini atmış zaten ama yanmamış ateşi de yakamamış ateş kendi halince yanıyormuş ona aldırmamış küsmüş yakmadığı için ateşe ama ateşin ruhu duymamış ruhsuzmuş zaten ruhunu hayaletler kaçırmış
boşuna koşmuş geveze
koşarken üzerinden atlayıp ezip geçtiklerine bakmamış bile sadece koşmuş hiçbir yere varamayacağını bildiği halde yorulmuş koşmuş düşmüş düşürülmüş kalkıp koşmuş uzaktan görenler yerinde koşar gibi zıplayan bir deli var sanıp uzaklaşmışlar uzaktan uzaklaşanlardan zaten haberi yokmuş oylesine var olmayan bir ışıga koştuğunu sanıp yerinde zıplıyormuş bit gibi boyunu aşan sıçrayışlarla ışık ateşmiş başka ateşlerde birleşip büyüdükçe deli yaklaştığını sanıyormuş mantık kavramından bile yoksunmuş
boşuna yaşamış geveze
hayatı boyunca bir taşı alıp ta bir diğerinin üzerine koyamamış varlığının
hiçbir değeri yokmuş uzaktan görenler onu yok sanıyormuş
bir gün boşuna sevmiş geveze
Soru sormamanızı rica etsem !
beni bağışlar mısınız ?
Kıyılarınızda durduğuma aldanmayın sakın
ruhunuzun derinliklerinde yüzemem
can simidim yok
orada bir şey mi var ? bilmem gereken
(sessizliğin sürdüğü hükümden başka)
üstelik soğuk ruhunuz
öyle balıklama atlayamam
usul usul adımlasam
tenimi alıştıra alıştıra ve çırılçıplak
belki
Delimiyim ?
Hiç sanmıyorsunuz
Seçilmiş mi ?
Hiç sanmıyorum !
Suda yansıyan bir ışık patlamasının gerçekliğine
zaten hiçbir seviyor görüneninizi inandıramazsınız
biliyorum
bir yabancının yalancı gülümseyişini getirdim sana
çok uzaklardan
yalnızlıklarında avun onunla
kendine pay çıkar ısıtmaya çalış içini
buz parçalarıyla kandır kalbini
her satır arasında
sıradan cümlelerde derin manalar ara…
bir yabancının başkasına ait aşkını getirdim sana
al kalbine haddin olmadan
tuhaf bir sevda büyüt ona
onlarca maskesinden biri seç ve ruhunu ona ada
bir yabancının titrek dokunuşlarını getirdim sana
başkasına ait bir bedendeki
bir başkasına ait kalbin olduğunu görmezden gel
ve dokun ona
kandır kendini yeniden kim bilir kaçıncı bin defa
huzuru yalancı düşlerinde
yabancı dokunuşlarda ara
Çıktım kendimden
Bakıyorum bana
Sakin sakin yağan yağmurun altında
Aynı sakinlikle yürüyen adama
Biraz acıyarak
Biraz kıskanarak
Sevgi dolu yüreğine bakıyorum
”Bedelini çok ağır ödeyeceğin bir yolda gidiyorsun” diye
Haykırıyorum
Beni duymuyor
Gerçekleri görmüyor
Sırılsıklam olmuş yağmurun altında fark etmiyor
Nedenleri yargılamıyor
Yadırgamıyor
Biraz acıyarak
Birazda kıskanarak
Bakıyorum bana tamamen yabancı bana
Gel ruhuma
Sıcaklığım sıcaklığını sarsın
Terlesin bedenin
Kalbin deliler gibi çarpsın
Hisset beni
Dans Edelim çılgınlar gibi
Başbaşa ve çırıl çıplak
Tut ellerimi hiç bırakma
Sarıl sımsıkı bana
Başka bir ülkenin
Hiç bilmediğim ufuklarından
Bak gözlerimin içine
Aşkımı edepsizce yağmala
064 - Görünmezim
Gece sisi sarmış çepeçevre bedenimi
Balçıkla sıvanmış gibi tenimin her zerresi
Titriyorum
Bir bataklığın dibinde
boğulmayı bekliyorum çaresiz
Hangi yöne baksam körüm
Hangi sesi dinlesem sağır
Kime seslensem çıkmıyor sesim
Görünmezim
Denize düşmüş bir kar tanesi kadar değersizim
Yazdığın kelimelerin soğukluğu
Kör bir giyotin bıçağı misali
Umursamazca boynuma vurduktan sonra
Gözlerime baktığında
Kalbimi göremezsin ki yeniden
Sevgisizliğinle boğarsan beni
Nefes alamazsın nefesimden
Ve değişirsen sevdamı yüreğindeki uydurulmuş masala
Isıtamaz seni sevdamın sönen ateşi
Hissedemezsin seni saran sıcaklığımı
Boş zamanlarına bırakırsan beni
Ve ben ;
Düşersem zamansızlıklarına
Yitirirsem kendimi
Bana ayırdığın kısacık “an” larda
Kaybolursam sonsuz karanlıklarında kendi kimsesizliğimin
Bulabilir Misin beni
bulutsuz gece
sessiz
sensiz
yaşanası değil…
dolunay tüm gücüyle dövüyor odamın camlarını
uykum
çarpıp kapıyı terk etmiş çoktan benliğimi
aklımda düşlerim
hani bir kaç damla gözyaşında boğulup
yitmişlerdi ya geleceğimden
aklımda bir sen
soluksuz
sen soluğunu soluğumdan çektin çekeli
ruhum huzursuz
gözlerim uykusuz
Gittiğin binlerce kilometre yol
Binlerce hançer olup yüreğime saplanmasın diye
Daha arkanı döndüğün anda
Varlığını unutacaktım
“Affet beni” deyişlerinin intikamını alırcasına
Gözlerin başkasının gözlerine gülümsediği o ilk anda
Kıymet bilmez kalbini yıldızlara fırlatıp
Seni sevdiğimi o an unutacaktım
Gözyaşlarımın tadını yeniden hatırlamamak için
Karabasan gecelerde kimsesizliğime sığınmamak için
Masal saydığın sevdamı anımsayıp acımamak için
Daha ilk anda seni unutacaktım
Sevdiğini söylediğinde sana inandığım için
Yalan yere “yar” dediğin “yaren” saydığın için
Bana bir “hiç”mişim gibi davrandığın için
Yokluğunda yeniden gülümseyebilmek için
Bir yudum nefes alabilmek için içim acımadan
Bir an huzurlu uyuyabilmek için
Kabussuz bir tek sabaha uyanabilmek için
Yaşayabilmek için
Sana olan bedelsiz değersiz sevgimi
Yüreğimde yaşatabilmek için
Hiç olmamışsın gibi seni unutacaktım
Affet beni
Seni unutmayı unuttum
Sen
Uzak şehirlerimin masmavi gökyüzü
Akdeniz güneşimsin
Karakış sonrasında
Akasya kokulu ilkbaharım
içimdeki terkedilmiş ülkenin başkenti
Ankaramsın
Bir bakışınla
Sıradan birkaç cümleyle
küçücük bir tebessümle
İçimdeki tüm sızıyı alan lokman hekimimsin
Küçücük bir çocuğun kırgınlığında ki küsmelerim
Şımarıklığında ki nazımsın
avazımsın hayata susuşlarımda
simsiyah tuvalimdeki gökkuşağımsın
güneş gibisin
gündüzleri ısıtıyorsun ısıtıyorsun içimi yüreğimi
gecelerde biçareyim yoksun
sensiz üşüyorum
sessiz kalıyor ruhum
umutsuzca
güneş gibisin
en küçük bulutta bile
kapatıyorsun gözlerini bana
ardından zifiri karanlıklarda kalıyor ruhum
zifiri karanlık sevdalara meylediyor gönlüm
şuursuzca
seni arıyorum kimi aradığımı bilmeden
yaşını boyunu gözlerinin rengini bilmeden seni arıyorum
neredesin kimlesin ne haldesin bilmiyorum
seni arıyorum kimi aradığımı bilmeden
her gece karanlık gökyüzüne kaldırıp başımı
aya yansıyan gözlerini izliyorum
ve seni arıyorum kimi aradığımı bilmeden
seni düşlüyorum uykusuz gecelerde gözlerimde nem
biliyorum
sende beni bekliyorsun kimi beklediğini bilmeden
yaşamak istemediğin bir yerde
sevmediğin birinin evinde
gözlerin hep yaşlı yüreğinde sancı
içinde tanımsız bir boşluk mutluluktan çok uzaklarda
beni bekliyorsun kimi beklediğini bilmeden
biz olduk dedim
ölmeden olduk üstelik
ölmeden kefene giren olduk
hep yalnız olduk
her zaman kimsesiz
her adımda vatansız olduk
biz olduk dedim
zihnimizde hep olumsuz düşünür olduk
insandık bazen güler bazen ağlardık
gerektiğinde affeder af dilerdik
insanlara güvenimizi kaybedip
insanlığımızdan olduk
biz olduk dedim
aşık olduk
yarım yamalak sevdalara yüz sürdük
kalbimizden olduk
birbirimize sarıldıkça ırak olduk
kollarımızdan gözlerimizden olduk
insanları dinlemeyip
kulaklarımızdan olduk
biz olduk dedim
ölüler konuşamaz ki dedi
biz öldük dedim
sustum
Selamın mı var yar
Kara bulutların ardında
Güneşi gördüm sanki
Bir anda olsa
yüreğimde o eski sıcaklık var
Fırtına rüzgara ölmüş
Gözlerimde tuhaf bir ışıltı
Bahar düşmüş yamaçlardan
Toprak korkuyor dört duvar
Selamın mı var yar
O son kara gecede
Dolunay gördüm sanki
Sanki aklına düşmüşüm
Seslenmiş gibisin ismimi
Selamın mı var yar
Izdırabı kefenlemiş umutlar
içimdeki koca yangında
Bir kaç damla yağmurun var
Olmaz
şiddeti
taş taş üstünde bırakmamışsa yüreğimde
şu anlamsız vefasızlığının
olmaz
olmaz
kıymet bilmez gözlerin
bir kaşık suda sırılsıklam olsa da
hatta nefessiz kalıp boğulsa
olmaz
olmaz
ateşe düşse
hamuru taşla yoğrulmuş kalbin
yanmaz
olmaz
olmaz
kan kırmızı göz akımla
uykuyu unutan gözlerimin
Kah derin bir sancı
kah buruk bir sızı içinde kıvranan kalbimin
göz pınarlarımdan bilinçsizce süzülen
tek bir damla yaşın hatırına
seni affetmek olmaz
olmaz
Sen öldüğünde
Ben orada yoktum
Çöp toplayan o çocuk
Köşede avuç açmış dilenci
Gece bekçisi
Polis devriyesi
Elinden şarabı düşürmeyen ayyaş
Akşamdan kalmaları evine götüren taksici
Hırsızlığa çıkmış üç-beş sübyan yoktu
Sen öldüğünde
Sen orada yoktun
Hiç kimse yoktu
Günlerce kaldın öldüğün yerde
Kendinden o kaçan çocuk
Kendi kentinde kaybolmasaydı
usulca süzülen gözyaşını
o ıssız yamaçtan aşağıya düşürmeseydi eğer
cesedine rastlayıp korkmayacaktı
ve sen
cinayet süsü vermeseydin intiharına
vicdanım kendini katilin sanacaktı
Sen bulunduğunda
Meraklı bir kalabalık yoktu
hiç kimse çağırmadı
polis gelmedi
savcı gelmedi
kahraman itfaiyeci
sirenleri susmayan ambulans gelmedi
ben gelmedim
sen bulunduğunda
Sen gelmedin
Sen hiç bana gelmedin…
Gidilirseniz.
Tekrar aramayın,
Söylemek istedikleriniz için
birkaç kez hareketli şarkılar dinleyin
gülmekten kırılacağınız bir film izleyin
boş bir mektup yazın
yada birkaç cümle karalaya bilirsiniz
sonra yakın
yakından tanıdığınız bir çocuğun saçını okşayın
yanağından makas alın
saçlarınızı kestirin .
kendinizi gezmeye sinemaya yada yürüyüşe götürün
bir kitap okuyun
uzun zamandır görüşmediğiniz insanları arayın
Kaçış değil yeni bir başlangıç.
Gidilirseniz.
Tekrar aramayın,
yeni bir aşkın tadına varın
Aşk hiçbir zaman çok uzun süre değil.
Ama düşünüyorum da…
papatya yaprakları da iyi bir şeydir .
seni sevip sevmedigini anlayabilmek için
hislerinizi dinlemeyin
sen asla,
hatta asla onu unutamazken…
hatta bir an aklımdan çıksın diye
çok daha fazla alışveriş,
birkaç saat uyku
bazen
yorgunluktan ölene kadar dans
kendinden geçip , sarhoş olmak
çok fazla yada çok az yemek,
saçma sapan filmler izlemek
okumak eline geçen tüm kitapları,
elektrik süpürgesini duymayacak kadar derin düşünmek
yarın hava nasıl olacak diye
bir yanda
Derin gözler
kalbine dokunan bir el
hayali bir kucaklaşma,
nefret
sevi
acı…
aşk
biraz düşünün.
Ama ben düşünmüyorum…
Bir aşk sona erdiğinde…
Üzülürsünüz
aslında
sevgilim
biz seninle
aynı takımda oynayan iki oyuncuyuz
aşkı oyun yapmış oynuyoruz
olmayan bir denizde
belki coşkun bir akarsuda
hayali bir kayıkla
yada ne fark eder
koca bir gemiyle yüzüyoruz
ikimizde bir gece yarısı
sanki kanatlarımız varmış gibi
masmavi bir gökyüzü bulup
bulut olmuşuz
sana doğru koşuyordum
durdum.
ayaklarım durdu
ellerim durdu
gözlerim gözyaşlarım
umutlarım durdu
sana doğru koşuyordum
durdum.
durdu benimle tozlu yollar
durdu kaldırım taşları
aydınlatma direkleri durdu
sana doğru koşuyordum
durdum.
kızıla döndü her şey
bir otomobil kırmızı ışıkta durdu
bir otobüs bir bisiklet
gökyüzündeki bir uçak durdu
sana doğru koşuyordum
durdum.
durdu benimle dünya
ay durdu güneş durdu
önce saatler sonra zaman durdu
sana doğru koşuyordum
durdum.
260213
Ölü doğmuş olmalıydı aşk
yaşanası bir güzelliği yoktu
yalnızca tek bir cephede çırpınıyordu kalp
suretler hiçbir aynada kendini yansıtmıyordu
demek ki hiçbir aşkın aslı yoktu
kör doğmuş olmalıydı aşk
bu insafsız cinayetin hiçbir tanığı yoktu
gözlerine mil çekilmişti sanki
gerçek aşkı görmuyordu
kısır doğmuş olmalıydı aşk
sürgün verdigini düşünmüştü dal dal
çiçek çiçek büyüdüğünü sanıyordu
için için çürüyordu oysa
geleceğe dair umudu yoktu
yitik doğmuş olmalıydı aşk
kendisini cennette sevgi sarayında sanıyordu
içinde yaşadığı zifiri karanlık labirentten
binlerce çıkmaz sokaktan
sonsuz uzunluktaki koridorlardan
haberi yoktu
ölü doğmuş olmalıydı aşk
kendini doğurmaya çalışanı zehirliyordu
Dünya benden vazgeçer
Ben dünyamdan
Uçmaktan yorulmuş bir bulut
Gökten yere düşer
Kırılır tüm umutları
Umutlar benden vazgeçer
Ben umutlarımdan
Gözlerimdeki ateş
Yüreğime düşer
Kanı donar ansızın
Acı benden vazgeçer
Ben acılarımdan
Hissiz bir bedenden
Sıradan ruh çıkar
Gidecek bir yeri olmayan
Tanrı benden vazgeçer
Ben tanrıdan
Beynimde bir sur üflenir
Binlerce kıyamet kopar
Dünya benden vazgeçer
Ben dünyamdan
Uçmaktan yorulmuş bir bulut
Gökten yere düşer
Kırılır tüm umutları
Umutlar benden vazgeçer
Ben umutlarımdan
Gözlerimdeki ateş
Yüreğime düşer
Kanı donar ansızın
Acı benden vazgeçer
Ben acılarımdan
Hissiz bir bedenden
Sıradan ruh çıkar
Gidecek bir yeri olmayan
Tanrı benden vazgeçer
Ben tanrıdan
Beynimde bir sur üflenir
Binlerce kıyamet kopar
Duvarları göğe perçinlenmiş
küçücük bir odaydı dünya
ve ay
tanımsız acılar yansıtan kusursuz bir ayna
kurumuş dere yatağı gibi göz pınarları
bıçak kesiği gibi yanan gözlerde
intihara meyilli anlamsız düşünceler
boğucu bir yaz gecesinde üşüyen eller
titreyen bir yürek
bir başınalık
kalabalıkların arasındaki sancılı yalnızlık
nefret dolu bakışlar
bunlar hep gidişinden
bunlar hep biz denen şeyin bitişinden...
zaman öldüğü zaman ...
mesela
sabaha karşı yüreğime sancı
gözlerime kabuslar çöktüğünde
Azrail'in soğuk nefesinden çekip alır beni
bir karanlık melek
her gece
tanrının hediyesi elleri tenimde
yüreği yüreğimde
zaman öldüğü zaman ...
mesela
ilikleri donduran ayaz
iki siyah yangınla
kızıl güneşe bırakırken yerini
içimi ısıtır kara gözlü karanlık melek
her şafak
tanrının hediyesi soluğu soluğumda
yüreği yüreğimde
Şimdi sana bir şiir yazsam
Üzülürsün belki..
Bir sızı dolanır aklının bir köşesinde
Garip bir düşünce yerleşir belleğine
Bir an tanımlayamazsın
Şimdi sana şiir yazsam ağlarsın belki
Bir damla gözyaşı çağlar göz pınarlarından
Yanaklarından süzülür dudaklarına usulca
Nedenini anlayamazsın
Şimdi sana bir şiir yazsam kızarsın belki
Öfke dolu gözlerle bakarsın
Gözbebeklerimin içerisine
Dişlerini sıkarsın
Şimdi sana bir şiir yazsam gidersin belki
Anlarsın düşlerine düştüğünü ansızın
Perdesiz görürsün yüreğimdeki sevdanı
Yitiririm seni..
Sevdam gözlerine değil ;
Gözlerinde gördüğümedir
Ey uğruna kalbimi ateşe verdiğim !
Göğsüne değil ,
Huzura yaslarım ben her gece başımı …
Sırat köprüsünün korkuluklarıdır aslında
Ellerin diye tutunduğum .
Ömrümün en uzun soluğu ,
Vereceğim en son nefesim !
Yüreğimde yarattığım en son cürüm
Neredesin.
canım dersin
canım akar gözlerimden
saat üç olur
dört olur
rüyalara izin vermez düşünceler
Gözlerimi kapar düşe düşerim
gökyüzü olur
yıldız yıldız seni giyinirim
Rüzgar olur saçlarını yüzümden savurur nefesim
Kalp atışım o an
Şimşek olur Gök Gürültüsü olur
Yaşadığın şehirden bile duyulur
Ellerin
Ellerim olur
özlem olur arzu olur
süzülür koynuna sana dokunur
yakar içini
yakar içimi
Hareketsiz dur karşımda
çırılçıplak
ellerini
ellerime uzat
ellerin ellerimde
gözlerimin içine bak
gözlerime değil
inanmadığın aşkınla
daha derinlere bak
uzan
bakışlarım usulca okşarken tenini
öperken usulca
hisset beni
Dur
hiç kıpırdama
düşünme bile hatta
yalnızca gözlerimin içine bak
gözlerime değil
daha derinlere
mesela in ruhuma
kalbimdeki şefkati
Soluğumdaki şehveti hisset
gözlerim koklarken tenini
Okşarken saçlarını
bir çiğ damlası gibi
yok olurken kirpiklerinde ruhum
sadece hisset
içinde ki beni
tanrı beni affetsin diye mırıldandı önce adam,
...
sonra bunu pek umursamadığını buldu kendi düşüncelerinde ,
Varlığı asla kanıtlanamamış bir olgudan medet ummanın
hiçbir mantığı yoktu
ölüm bir yok oluştu
gerçek sayılsa bile ikinci yaşam
isyan ettiği için ateşte yanacaktı
O zaten yüzyıllardır uyuyan bir volkan misali
ateşi içinde yaşıyordu
Daha birkaç dakika önce
her zaman yaptığı gibi
aynasına nefret dolu gözlerle bakmıştı adam
sigarasını yarım söndürmüş ,
çayını bardakta yine soğumuştu
sıradan bir geceydi işte
her zamankinden farksız
haftada 7 gün günde 24 saat geceydi onun dünyası..
İçinde yaşadığı tek kişilik saydığı evren
biçimsizdi
insanların çok büyük bir kısmı anlamsızdı
imdat çığlıkları duman gibi dağılıyordu karanlık gökyüzüne
ve kayboluyordu amaçsızca
kendi mezarlığında bir başınaydı adam
kendi acısını kendi sırtında taşıyordu herkes gibi
öylesine
hiç kimse farkına varmadan eriyip gitmek istiyordu
sonsuzluğuna
_____________
Delirdim evet…
Ben sadece
benden nefret etme hakkımı istedim hayattan
tiksinti duydum bu kalabalık yalnızlıktan
galiba
bu yalnızca benim lanetim
ve birden “O” geldi
gelmek yada bana katlanmak zorunda değildi aslında
ama hissediyordum yapacaktı..
bana baktı
beni görmeden bana baktı…
“O” na nasıl baktığımı görmesine imkan yoktu
“O” na baktım.
Bakmak denemezdi bu bambaşka bir fiildi;
Tanımsız baktım;
Yüklemsizdi bakışlarım..
Aynaya baktığım gibi değildi
yabancıydı bana kendi bakışlarım
o yüzden tanımsız kaldım
“O” bana aktı…
Nasıl yakıcı olduğunu bilmeyen bir yanardağ ifrazatı gibi
Gözlerimden ruhuma aktı
Oysa eriyip gitmek isteyen bedenimdi ruhum değil
“O” bana baktı
Beni görmeden gözlerimin içine baktı
________
“Adam” ;
Sönmüş sigarasından derin bir nefes çekti
sonra soğumuş çayından bir yudum aldı
gözleri onun gözlerine değdiğinden beri
bir nebzede olsa
hafif tebessüm belirmişti dudaklarında
beklemediği bir biçimde
Şimdi ruhu yazdan kalma bir geceyi yaşıyordu
bir kaç dakikalığına da olsa
iki siyah dolunay tüm haşmetiyle gökyüzündeydi
“Adam”
Bir peri masalında repliksiz başroldeydi bu defa
vatanından kopmuş bilinmez geleceğine hiçbir göze değmeden
en sert rüzgarlarla savrulan bir poleni oynuyordu şimdi
“Adam” sönük sigarasının ucunu tutuşturdu
“O” gelmeden önce
acı oğul veriyordu adam
vefasızlıklara yalanları katık edip
sindiremediği acılarını doğuruyordu
sayısız oğul
kanındaki tüm oksijeni sömürüyordu
nasılda nefessiz kalmıştı ruhu..
“O” gelmeden önce
Hüznün boğuk rengine boyardı her gece kendi gökyüzünü
kendini kendine boğdururdu
____________
Delirdim evet
Hiçbiri aklımda yok geleceğe dair düşledigim ümitlerimin
silinmiş hepsi
serseri bir kurşunmuş gibi karanlık gecede
bilinmeze salıverilmiş öylesine
_______
“Adam”
Leş kokan kül tablasında söndürdü biten sigarasını
Üzerine sinmiş yalnızlık kokusundan tiksindi
Hedefsiz savrulmuş bir düştü gelecek onun için
iyi biliyordu
“O” giderse
Bedeninin hiçbir hücresi
vurup geçişini – yıkıp gidişini anımsamayacaktı
çünkü “O” gittiğinde
hatırlama yetisine sahip hiçbir hücresi kalmayacaktı
Delirdim evet
10.May.10
Sevdiğini söylediğinde sana inandığım için
yalan yere “yar” dedigin
“yaren” saydığın için
Bana bir “hiç”mişim gibi davrandığın için
Yoklugunda yeniden gülümseyebilmek için
Bir yudum nefes alabilmek için içim acımadan
Bir an huzurlu uyuyabilmek için
Kabussuz bir tek sabaha uyanabilmek için
Yaşayabilmek için
Sana olan bedelsiz değersiz sevgimi
Yüreğimde yaşatabilmek için
Hiç olmamışsın gibi seni unutacaktım
Affet beni
Seni unutmayı unuttum
Rastgele zamanlarda
üzerine gülümseme olan maskemi yüzüme takıp
kendi içime ağlıyorum
mesela
herhangi bir gece sen düşlerime
tesadüfen düştüğünde ,
yada
zamanı yitirdiğinde belleğim ,
ansızın
gözlerime tuhaf bir acı çöreklendiğinde ;
bir hayalet gibi
yokluğunun gölgesi
salına salına gözlerimin önünden geçip giderken
yahut
ayak izlerini gördüğümde
nerede olduğunu bilmediğim bir yerlerde
ve sen
her sebepsiz sustuğunda
sesini esirgediğinde benden
çoğu zaman
seni arayıp bulamadığımda ,
dinleyip duyamadığımda ,
bakıp göremediğimde ….